Uçurtmayı Vurmasınlar

Aylin AÇİN aylinbakan5@gmail.com

Feride Çiçekoğlu'nun yazdığı AYNI adlı romanından 1989 yılında sinemaya aktarılmış olan çekimleri Ankara Merkez Kapalı Ceza ve Tutukevi'nde gerçekleşen Tunç Başaran filmi. Füsun Demirel, Güzin Özipek, Nur Sürer ve birçok başarılı sanatçıyı barındıran film, içlerinde 62. Akademi Ödülleri'nde Türkiye'nin yabancı dilde en iyi film dalında Oscar aday adayı olarak seçilmiştir. 26. Antalya Altın Portakal Film Festivali'nde en iyi Türk filmi, 8. Uluslararası İstanbul Film Festivali en iyi Türk filmi, 10. Akdeniz Ülkeleri Film Festivali en iyi 2. film ödülünü kazanmıştır. En iyi film, en iyi kadın oyuncu, en iyi senaryo dallarında birçok ödüle layık görülmüştür. 
Filmin her sahnesi alıp ayrı bir zamana götürüyor insanı. Red kitli eşofman, mikili kilot, duvarda İbrahim Tatlıses resimleri, İnci'nin üzerindeki çizgili eşofman takımı daha yüzlerce ayrıntıda kendi çocukluğum, en masum, en saf ve temiz hallerime beni alıp götüren detaylar. Politik mesajını gözünüze sokmadan veren almak istemezseniz eğer, mesajı sessizce kucağınıza bırakıp giden bir hikâye. 
Barış'ın karşımıza çıktığı sahnede ilk 'İnci' demesiyle kendine hayran bıraktıran bir yapıt. Masumiyetin en saf en duru haliyle karşımızda. Dışarda olsakta aynı gökyüzünün altında kendi içinizdeki cezaevlerinde tutsak olduğumuzu anlatıyor belki de, cezaevinde kalan her kadının hikâyesini, Barış'ın gözüyle aktarıyor izleyiciye. Kendi içlerinde dertleriyle yoğrulup her yeni güne daracık bir odada başlamak zorunda kalan ve bir süre sonra bundan hoşnut olan, orayı evi gibi benimseyen kadınlar.
Barış'ın İnci ile arasında olan derin bağ, onunla beraber görmediği dış dünyayı kitap resimlerinden keşfe çıkması, sürekli sorduğu sorular, kadınların yaşantısına birebir şahitlik etmesi, kendinden büyük beylik laflar etmesi.
"Neden orada olduklarını bilenler de bilmeyenler de sevdiler Barış'ı, Barış'ta onları sevdi ama içlerinden birine tutkundu...
Bizimki alışılmadık türden bir sevda öyküsüydü. Kuşkanadına binip çayırlara gitmeyi öğretti Barış bana, düş ve gerçek onun o yarım sözcüklerinde öylesine iç içe geçerdi ki dünyanın çirkinlikleri bir bulut gibi kayıp giderdi minik göğümüzde. Küçücük avluda düşsel uçurtmalar uçurtmayı, işte öylece öğrendim Barış'tan"
Ozan Bilen'in çocuk yaşlarda oynadığı ilk sinema filmi, izleyicinin hayran kaldığı o küçük çocuk. Şimdilerde birçok sinema filmi ile karşımızda olsa da onu küçük Barış olarak hatırlayacağız.
İnci ile Barış'ın, içerisi ile dışarısının, geride bırakılanlarla gidenlerin, kuş uçurtması ile soğuk gri duvarların hikâyesi anlatılan film.
"Seni bırakıp gitmem. Gidersem seni de götürmeye çalışırım." Hatırlıyor musun, böyle söz vermiştin. Ama "Hoşça kal," bile demeden gitmişsin. Ben uyurken ....
DÖNERSEN ISLIK ÇAL
 1992 yapımı bir Türk sinema filmidir. Senaryosunu Nuray Oğuz ve Cemal San'ın birlikte yazdığı ve 1993 yılında 15. Montpellier film Festivali’nde en iyi film ödülünü almış olan başyapıt.
Yönetmenliğini Orhan Oğuz’un yaptığı filmde Derya Alabora ve Fikret Kuşkan’ın oyunculuklarıyla filmi yukarıya taşıdığını söylesek yanılmış olmayız. 
Benim dünyaya ilk adımı attığım sene çekilen, çekiminden bu yana otuz sene geçmiş olmasına rağmen hala ilk defa izliyor olma hissene kapılmak, ekrana kitlenmek. Beyoğlu sokaklarında geçen bu hikâye, güneşten korkanların, yalnız yaşamaya mahkûm ailesi ve arkadaşları olmayanların hikayesi. Çocukları, aileleri, arkadaşları ve hayatları olmayan, görmezden geldiğimiz, yok saydığımız insanların beyaz perdede ki yansımaları var. Kirli bir barda çalışan filmin küçük adamı Mevlüt Demiryay tarafından canlandırılan Cüce karakteri.
Fahişelik yaparak geçinen bir travestiyi canlandıran Fikret Kuşkanın başrolünü üstlendiği hikâyede diğer karakterler geri planda duruyor.
Başlarda insanlar tarafından ötekileştirilmiş iki kişinin yine birbirlerini ötekileştirmesini görüyoruz.
Sokak serserilerinin elinde tecavüz/ dayağa maruz kalan travestiyi, boyundaki ıslık ile kurtaran bir cüce bu sayede başlayan dostlukları. Bu yaralı travestiyi alıp eve getirmesi başlarda kadın zannetmesi. 
Güneşten korkan hiç güneş ışığı içinde sokakta yürümeyen, buna cesareti olamayan iki arkadaş sabahın en güzel saatlerinde, Fikret Kuşkan'ın Mevlüt'ü kucağına alıp’ ‘yürü lan gidiyoruz! Hep gece yürüyecek değiliz ya, biraz da güneşe doğru yürüyelim! ‘diyerek sokağa fırlaması, İstiklal ‘de koşar adımlarla yürümesi, birbirine iyi gelen bu ikiliyi, gün ışığını ilk keşfe çıktıklarında, gururlarını inciterek gecenin karanlığına tekrar hapsediyorlardı. Çirkindiler ve onların çirkinlikleri sadece geceleri görünmezdi. Gündüz dışarda özgürce dolaşan mükemmel insanların gözünde çirkinlerdi! Mevlüt'ün uzama umudu ile bir sürü top sakladığı gizli odası. Bütün sahnelerin içimizde ayrı yaralar açtığı, arka sokaklarda yaşayan, karanlığın insanlarını hatırlatan film. Zihin hafızamı en çok meşgul eden o oda küçük adamın anahtarını cebinde taşıdığı gizli dolabı, birçok teoriye karşın geçmişte kalan anıları belki de, aşkı! Daha sonra cinsellik üzerine kendini açtığı, tatmin olduğu oyuncakları olduğunu düşündüğüm, sadece düşüncede kalan teoriler. Hangimizin içinde kapıları kilitli, gizli bir odası yok ki. İnandığımız saçmalığa ulaşmak için gizli kapılar ardında top sektiren cüceleriz aslında. Bile isteye kendi kalesine o topları atan ve sonra vaziyetten şikâyet eden cüceler... 
Filmde aklınızdan çıkmayacak replikler;
- Dostunum, sende benim en iyi dostumsun en iyi. Biraz daha, biraz daha yaklaştır beni, lütfen. Anam anlatırdı, insan ölünce başka şekillerde yeryüzüne inermiş tekrar at olurmuş, kuş olurmuş, ağaç, ağaç olurmuş.
Ya da ak bulut.
Eğer, eğer bir gün tekrar dönersem beni tanır mısın? Küçük dostunu nasıl tanırsın, tanıyabilir misin?
+Tanırım tabii. İnsan dostunu kokusundan, bakışından, sökülmesinden tanır. Hem sen dönersen ıslık çalarsın. İşte o zaman tanırım seni.
- ıslık mı? Düdük gibi mi?
+ Tabii. Senin ıslığını nerede olsam tanırım. Yerin yedi kat dibinde olsam bile tanırım. Çünkü iyi dostlar birbirini her zaman”
Biliyor musun yıllardır barda envai çeşit insanla karşılaştım. Çoğu senden daha kadın, benden daha cüce. Önemli olan sahici dostluk. Hadi; cam cama, can cana...''