"BALIK'TA TUZ DA KOKTU..."
İnsan yaşamının bu kadar ucuz, güven içinde sokakta yürümenin çok ürkütücü olduğu bir dönemden geçiyoruz. Artık, siyasi görüşü, eğitimi, mesleği, cinsiyeti, yaşı ne olursa olsun 86 milyonluk ülkemizde "Can ve mal güvenliğim var" diyeni parmakla göstereceğimiz günlerden geçiyoruz. İktidar mensupları ve çevrelerinin de artık kabullendikleri “suç oranları ve mafyalaşmanın her gün arttığı" gerçeğini, TV'lerin haber saatlerinde, gazete sayfalarında görüp yaşıyoruz.
Suç ve suçlu sayısında ki patlamada, adaletin eşit ve adil dağıtımına olan inanç ve güvenin giderek kaybolmasının etkisi inkâr edilmeyecek bir gerçektir. Özellikle, "Senin suçlun, benim suçlun" gibi inanç ve siyasi görüşten, "ekonomik rant paylaşımından" kaynaklanan "Suçu kapatma, suçluyu koruma" refleksinin, toplumun gözünün içine sokarcasına yapıldığı bir dönemde, Suç ve suçlu sayısında ki artışlara şaşırmak mümkün mü? En son, hepimizin yüreğini yakan Narin olayında somutlaşan, adeta suç cennetine dönüşmüş küçük bir köyde işlenen vahşi bir cinayeti bir ayı aşkın sürede aydınlatıp, topluma "işte katil ve katiller" diyemeyen bir siyasi iktidar ve yargının varlığında, suç patlamasının nedeni değil mi? 26 yaşında polis memuru Şeyda Yılmaz'ı Şehit eden katilin annesinin TV ekranlarında "Benim oğlumu ben defalarca şikâyet ettim, 29 ayrı suçu var, devlet bugüne kadar neden bunu yakalamadı, tutmadı..." sözlerini dinlerken, sokakların, insanların yaşam alanlarının güvenli olduğunu düşünmek mümkün mü? Güvenlik Kuvvetlerimizin can ve mal güvenliğimiz, güven içinde yaşamamız için canları pahasına çalıştığını görmek ne kadar güzelse, "Adliyelerin ön kapısından girip arka kapısından çıkan suç potansiyelli zanlıların varlığını bilmekte o kadar ürkütücü.
Bu arada suç derken, Suç kavramını tartışırken, sadece adi cinayet, saldırı, gasp ile sınırlamak, bu Suç ve suçlu artışının nedenlerini gizlemek olur. Kamu kaynaklarının kullanımı, Sayıştay raporlarının yok sayılması, “Geçiş garantili” yollara, köprülere aktarılan telaffuz etmekte zorlandığımız dudak uçuklatan paralar gibi yüzlerce, binlerce suiistimal, suçun hem siyasallaştırıldığı ve toplumsal değerlerde ki çürümenin buradan başladığının çok net göstergesi olarak karşımıza çıkıyor. Siyasi iktidar sözcülerinin yaygınlaşan suçların, modernleşme, kentleşme ve toplumsal değişimin bir sonucu olduğunu iddia ederek, "dini inanç" üzerinden toplumu ayrıştıracak, "Senin suçlun benim suçlum" mesajını vermesinin de suç çeşidi ve suçlu artışında etkisi olduğunu da kabul etmek gerekir.
En küçük yerleşim biriminden, modern kent olarak tanımladığımız yaşam alanlarına kadar, bireysel ya da küçük gruplar olarak mafyalaşmanın “Toplumsal çürüme” den kaynaklandığına dikkat çeken sosyologlar, siyaset bilimciler " toplumsal çürümeyi durdurmak gerektiğine" dikkat çekiyor. Bunu yapabilmenin tek yolu da, buna neden olan başta siyasi otorite ve onun etkisinde ki yargı eğitim gibi temel yaşamsal alanlarda köklü kesin kalıcı çözümler üretmek. Bu konu da en büyük ve kararlı adımlar atması, elini taşın altına gövdesini ateşin üstüne koyması gerekenler ise halk iradesi ile halkın vekili olarak meclise giden milletvekilleri. Günlük uzatılan mikrofona, merhaba diyen gazeteciye verilen demeçler artık topluma inandırıcı gelmiyor. Yani, Anadolu da çok kullanılan " Balık baştan kokar... Balıkta tuz da koktu" sözlerinin sokaklarda yüksek sesle konuşulduğu dönemleri iktidar ve muhalefet iyi okumalı.
(TUNA BÜYÜKŞAHİN)