Yazmanın, okumanın, konuşmanın bile canımızı acıttığı, kadın ve çocuk cinayetleri, kadına çocuğa yönelik cinsel şiddet haberleri, artık bıçak kemiğe dayandı boyutuna ulaştı. "Kadın cinayetleri" ile "kadınların şüpheli ölümlerine" ilişkin raporlar hazırlayan "Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu" verilerine göre, "Türkiye'de 2017 ile 2023 yılları arasında "şüpheli kadın ölümleri" yüzde 82 artış gösterdi.
Türkiye'de 2010 yılı ile 2024 yılının Ekim ayı arasında ise erkekler tarafından 4 bin 255 kadın cinayeti yaşandı. Son 7 yılda Bin 441'i şüpheli ve 2010'dan bu yana gerçekleştirilen kadın cinayetleri birlikte toplamda 5 bin 696 kadın hayatını kaybetti. 2024 yılının başından Ekim ayına kadar 296 kadın cinayeti işlenirken, bu 10 aylık süreçte ise toplamda 184 kadın şüpheli bir şekilde ölü bulundu."
Bu verileri görünce, on yıllar önce gazetelerin 3. Sayfasında gördüğümüz bir kadın cinayeti haberi karşısında şaşkınlığını gizlemeyen toplumun büyük kesimi artık gazetelerin birinci sayfasında, TV haber bültenlerinin ilk sırasında her gün vahşice katledilen, cinsel taciz tecavüze uğramış bir değil birçok kadın çocuk haberini şaşırmadan okuyor izliyor. Bu vahşeti, günlük, olağan hayatın içinde olmazsa olmaz bir adli vaka olarak görenlerin sayısı da azımsanmayacak kadar çok.
Şiddet ya da tecavüz çocuğa yönelikse, "Rızası vardı", bir kadına yönelikse, "O saatte orada ne işi varmış otursun evinde, o kıyafeti giyerse tabii..." gibi ilkel orta çağ zihniyetini aratmayacak söz ve yaklaşımlarda, “Kadının olması kadar ölmesinde normal" zihniyetinde olanlara cesaret verdiği gibi yeni potansiyel suçlularda yaratıyor. Profesör unvanlı bir öğretim üyesinin "O kadında dini özelliklerle yetişseydi, o saatte kendine namahrem olanlarla karşılaşmazdı" açıklamasını duyunca tüyleri diken diken olmayan, kaç insan, kaç anne-baba var. Şiddeti kutlamak, şiddeti dini motiflerle süslemek suçu önlemek değil, toplumu ayrıştırmak suçlulara “dini zırh giydirmek" değil mi?
Suç dosyaları yaşları kadar olan iki suçlunun toplum içinde rahatça gezmesi, bir genç kızı İstanbul'un göbeğinde taciz etmesi, önce bırakılıp toplumsal tepki karşısında tutuklanması. Bu olaydan iki gün sonra, iki genç kızın yine sabıkalı bir genç tarafından başları kesilerek katledilmesi, bir gün sonra Manisa da kaybolan genç bir kadının cansız bedeninin Uşak'ın Eşme de bulunması. Bunlar, buz dağının görünen yüzü, kırsal kesimde, metropollerin en ücra semtlerinde bilinmeyen ortaya çıkmayan cinayet taciz tecavüzlerin var olduğunu da kabul etmek gerekir. Bugün, sosyal medya da bir babanın "16 yaşında ki kızım baba bana biber gazı al yoksa okula gitmem..." dediğini okuyunca şaşırmamak dehşete kapılmamak mümkün mü? Ancak, artık şaşıracak dehşete kapılacak çizgiyi birey olarak toplum olarak çoktan aştık, aşmamız gerekiyor. Şaşkınlık dehşete kapılmak, korkmak tabii ki insani bir duygu ancak, bireysel korku ve suskunluğun toplumda da benimsenmesi görülmesi suç potansiyeli olanlara ve onları koruyanlara cesaret verir...
5 yıl önce Fırat'ın kenarında kaybedilen Gülistan Doku ‘ya ne oldu? 4 yıl önce bir milletvekilinin evinde milletvekiline ait silahla öldürülmüş olarak bulunan Nadira Kadirova soruşturması ne oldu? Yaklaşık 50 gündür çözülemeyen küçük Narin'i kim katletti kimler izledi, suçluları kim koruyor? 15 gündür Van'da kaybolan üniversite öğrencisi Rojin nerede? Sorularının cevabı verilmediği sürece bu cinayetlerin devam edeceğini söylemek için müneccim olmaya gerek yok. Her kapatılan unutturulmaya çalışılan suç yeni suçlar suçlular doğurur.
Fırat'in kıyısında kaybolan kuzudan bile ben sorumluyum diyen devlet anlayışı yerini, hala "ama lakin fakat" diyerek, "Suçu suçluyu siyasi görüşü ve inanç temelinde senin suçlun benim suçlum" diyen anlayışa bırakıyorsa, sokaklar hatta evler bile kadın ve çocuklar için güvenilir değildir.
Siyasi iktidar öncelikle olarak, 2011 yılı Mayıs ayında, İstanbul'da imzaya açılması nedeniyle "İstanbul Sözleşmesi" olarak bilinen "Kadınlara Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi"nin ilk imzacısı ve bu sözleşmeyi parlamentosunda onaylayan ilk ülke olduğumuzu hatırlamalı ve Temmuz 2021'de, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın imzası ile sözleşmeden neden çekildiğimizi açıklamalı, İstanbul Sözleşmesi'ne geri dönülmeli.
Bireyin bireye, iktidarların muhalif kişi veya topluluklara psikolojik ya da eylemli şiddet uygulamasının temelinde yatan kontrol etme, kendi istekleri doğrultuda kullanma yönetme isteğinin kadınlar üzerinde erkek egemenliği kurmaya yönelik şiddete dönüşmesi ve şiddetin yayılmasına dur demek, cezasızlık değil caydırıcı önleyici önlemlerin devlet eliyle alınması ile mümkündür.
Kadın cinayetlerine giydirilmek istenen "namus" kavramının sadece kadına giydirilen bir elbise olması, namus denilince akla sadece kadının gelmesi namusun sadece cinsellik olarak adlandırılması ise cahiliye dönemlerinin özlemini duyanların silahıdır. İnsanın namussuzu olur, ahlaksızı, uğursuzu olur sadece kadının değil. Her insan önce kendine, sonra ailesine, sonra da yaşadığı topluma karşı sorumludur. Ve unutulmamalı; "Bir kadını ortadan ikiye bölerseniz yarısı anne yarısı çocuktur. Bir kadını katletmek bir anneyi bir çocuğu katletmektir..."
YORUMLAR