"Çocuklarına ekmek alamadı intihar etti..." "İş bulamadı canına kıydı..." başlıklı haberleri okurken, genelde "yoksulluk, yokluk, çaresizlik bu..." sözlerini çok kullanıp çok duymamız giderek olağan karşılanırken, "flaş flaş" diye verilecek haber olma özelliğini bile çoktan yitirdi.
Ülke sorunlarını çözmekle yükümlü iktidarın, "bugün kötü yarın daha iyi olacak. Önümüzde ki yıl uçacağız..." vaatleri ise sadece vaat olarak kalıyor. Muhalefetin de "ekonomik kriz" olarak tanımladığı bu süreç, aslında basit bir ekonomik kriz değil. Oluşumunun temelleri yıllar önce atılmış, ekonominin ehil ellerde olmamasından, yanlış ekonomik politikalardan kaynaklanan bir sonuç ve özellikle son 5 yıldır giderek ağırlaşan, çözümü de yıllar alacak, köklü çözümlerle uzun vadede aşılacak bir süreç.
Yoksulluk, sadece bir ailenin yoksul olması değil. Yoksulluk bir bireyin, ailenin, özellikle çocukların temel haklarının kaybı ve temel haklarına ulaşamamasıdır. Eğitim, barınma, beslenme ve enerji haklarından mahrum olan, ulaşamayan, dolaylı değil, direkt etkilenen, yüzbinlerce aile, milyonlarca insanı düşünürsek, yoksulluk babadan/anneden yani aileden miras olarak çocuklara, geleceğimiz dediğimiz gençlere. Yıllardır yoksulluğun kendisinden sonra ki kuşağa aktarılması da, bu derin yoksulluğun bir kısır döngünün devam etmesine neden oluyor.
Daha anlaşılır bir şekilde ifade etmek gerekirse, derin yoksulluğu sadece “aile” kavramı üzerinden açıklamak yeterli ve anlamlı değil. Çünkü yaşadığımız bu süreç, toplumun yoksul olması, yoksulluğu giderek benimsemesi, çözümsüzlüğün sürmesi, gelecek nesillerin de yoksul olması anlamına geliyor.
Her gün önümüze düşen köşe yazılarının ve haberlerin başlığına atılan “kriz derinleşiyor” ifadesinde, içinde bulunduğumuz durumu tanımlamak ya da anlatmak için doğru bir ifade değil. Bu süreci kısaca tanımlamak gerekirse, “Derin Yoksulluk" olarak tanımlanan bu dönemi, toplumda ki her tür patlamanın, suça teşvikin nedeni olarak görmek gerekir.
BU dönem aynı zamanda, ortaya çıkardığı, toplumda derin yaralar açan suçları işleyenlerin, özellikle, cinayete varan suç işleyenlerin, “işsiz kaldım, depresyona girdim, o yüzden cinnet geçirdim” gerekçesini kullanmalarının nedeni veya gerçek nedeni gizlemek için kullanılan bir araç haline geldi. Meşrulaştırmak için kullandığı bir yönteme dönüştürdü. Bu nedenle, yoksulluğun giderek derinleştiğini gizlemek, toplumun dini ve milli değerlerini silah olarak kullanıp, çeşitli gündemlerle üzerinin kapatılması da mümkün değil.
Nasıl kapatılır ki; Daha dün, baba cezaevinde, anne, eşine ve beş çocuğuna bakmak onları yaşatmak için hurda toplayarak yaşamaya çalışıyor. Baba, cezaevine girince yaşları 1 ile 5 arasında değişen 5 çocuğu anneye teslim eden Sosyal Hizmetler Kurumu sanırım, ülkede milyonların hissettiği derin yoksulluğu hissetmiyor bilmiyor farkında değil. Ve toplum olarak bir sabah, "hurda toplamak için evden çıkarken çocuklar ısınsın diye elektrik sopasını yakan anne, çöp kutuların da hurda ya da çöpe atılmış yiyecek ararken, devrilen soba nedeniyle 5 minik canın ölüm haberi ile başlıyoruz güne.
Sonrası klasik "Ah vah", "baba niye cezaevinde de, anne de sobayı yakmasaydı..." türünden vicdanlarını rahatlatmaya çalışan sorumsuz sorumluların demeçleri. Bir kuşaktan bir kuşağa devredilen yoksulluk ve yitip giden 5 minik can.
Hatırlar mısınız? Pandeminin en yoğun olduğu dönemde, gazetecinin, kamerayı yüzüne tutup mikrofonu uzattığı hurda toplayan bir vatandaşın ; "Pandemiden korkmuyor musunuz?" sorusuna verdiği, "Ya pandemiden ya da açlıktan öleceğiz, ben pandemiden ölmeye razıyım ağabey…” sözlerini.
Şimdi, 5 minik canı yoksulluk nedeniyle çıkan bir facia nedeniyle toprağa verirken, verilirken, haberi okuyup dinlerken, iktidar, muhalefet tüm siyasetçiler, siyaset kurumları, bürokrasi, yerel yönetimler ve milyonlarca biz, "komşusu aç yatarken tok yatan bizden değildir " kültürü ile büyüyen yaşayanlar hep beraber " Suçlu ayağa kalk..." diye bağırmanın zamanı bu gün değilse ne zaman?
YORUMLAR